Hemen hepimizin takip etmeye çalıştığı en önemli ekonomik konulardan biri “para basılma” durumudur.
Para basmak değişik ifadelerle karşımıza çıkabilir: Emisyonu genişletmek, senyoraj gibi.
Para basma denilince çoğumuzun aklına hemen “Para basınca enflasyon olmaz mı?” sorusu gelir. Ekonomiyi bilsek de bilmesek de, anlatılanları anlasak da anlamasak da mutlaka bu soruyu sorarız.
Esasen bu durum, milletimize gerek basın, gerek siyasiler gerekse IMF’nin sözcülüğünü yapan ekonomistler tarafından “para basma=enflasyon artışı” formülünün sürekli telkin edilmesinin bir sonucudur.
Peki, gerçekten para basınca enflasyon olur mu? Bu sorunun cevabı hem “evet”, hem de “hayır”dır. Evet veya hayır olması para basma işleminin sebep–sonuç ilişkisiyle direkt olarak alakalıdır. Öncelikle paranın tanımının doğru olarak yapılması gerekmektedir.
Para; emeğin ve üretimin karşılığı, tahrik unsuru, mübadele ve tasarruf aracı olarak tarif edilmiştir. Bu doğru tanımdan yola çıkarsak, para, emek ve üretim karşılığı, ya da sonucunda emek ve üretimin tahrik edileceği bir amaç doğrultusunda basılır ve parayı bu amaçlarla kullanabilme kapasitesine sahip olanların eline belli kurallar çerçevesinde verilirse enflasyon olmaz.
Basit bir misalle anlatacak olursak, piyasada 500 liralık mal, 250 liralık para var. Bu para ile bunu alabilmek mümkün mü? Hayır, çünkü para yetersiz. Bir irade devreye girip para miktarını malı alabilecek seviyeye çıkarıp bu tıkanıklığı gidermesi lazım. İşte bu irade devlet. Devletin piyasadaki parayı bu malı alabilecek seviyeye çıkarması ve bu parayı alıcı olanlara belli projelerle vermesi enflasyonu kesinlikle arttırmaz. Piyasada 10 liralık mal varken, parayı senyorajla arttırmazsak ne olur? Mal alıcı bulamaz, stoklar artar, bir süre sonra para ve talep yetersizliğinden dolayı fiyatlarda düşme olur, buna da ekonomide deflasyon denir. Sonuç üreticilerin iflası kepenk kapatması, yani stagflasyondur. Piyasada 10 liralık mal ve 15 lira da para varsa ne olur? Mal yetersiz olduğundan aşırı bir talep olur, fiyatlar artmaya başlar ve talep enflasyonu yaşanır. Piyasada 10 liralık mal var, 10 liralık da para varsa bir denge vardır. Fakat bu denge zamanla üretilen mallardaki katma değerden dolayı değişir, yani mal miktarı artmaya başlar.
Devlet iradesi burada devreye girerek, sistemi dengeye koyabilecek şekilde emisyonu genişletir. Artık mal 10 liralık olacaktır, buna mukabil denge için paranın da bu seviyeye devlet iradesiyle getirilmesi şart ve zaruridir. Bu ekonomik gerçek liberal ekonominin “her arz kendi talebini oluşturur” temel mantalitesini tamamen çürütmektedir. Çünkü normal şartlar altında arz, yani mal, talepten yani paradan mutlaka fazla olacaktır, bu açığı kapatacak olan irade ise devlettir. Örneğin, bir gömlekçi geçen yıl ürettiği bütün gömlekleri değerinde satabildiyse –ki ekonomik denge bunu sağlar– elde ettiği karın bir kısmını kapasite artırımına yönlendirip, daha fazla kazanabilmenin hesabına mutlaka girecektir. Devlet iradesinin gerek iç, gerekse dış piyasada üreticisine pazar imkanı sunduğunu da düşünürsek, üreticilerde bu büyüme isteği doğal olarak olacaktır. Piyasada 10 liralık mal ve 10 liralık para var. Fakat piyasa yeni ürünlere, yeni kabiliyetlere ve teknolojik gelişmelere aç ya da yeni pazar imkanları var. Devlet emisyonu 5 lira daha arttırıp bunu proje mukabili üreticiye verirse, bu ekstra para kısa bir zaman sonra bir ürün, bir tesis ya da bir hizmet olarak ekonomiye kazandırılacak ve ekonomi büyüyecektir. Bu paranın tahrik gücüdür. Tabii, 5 liralık yatırımın büyümesi 5 lira değil daha fazla olacaktır. Bu da emisyonun büyüme nispetinde genişletilmesi demektir. Fakat, piyasada 10 lira mal, 10 lira da para var, denge durumu olmasına rağmen, para üretim ve tüketim de yani reel piyasada değil de, paradan para kazanmayollarından birine veya birkaçına kanalize olduysa, dengesizlik hakim olur. Piyasadan para çekildiği nispette gelir dağılımı bozulur, parayı elinde bulunduranlar haksız bir kazanç elde ederler, çoğunluk ise büyük bir darlığın içine sürüklenir. Bu durum ülke ekonomisini felç eder. Ülkemizde durum bugün çok daha vahimdir. 700 milyar TL’ ye yakın milli gelir vardır, emisyondaki para ise 40 milyar TL’dir.
Piyasada ihtiyaç duyulan para basılmamakta, onun yerine maliyeti oldukça yüksek olan döviz ve oldukça maliyetli krediler kullanılmaktadır. Varolan kısıtlı para da üretimde değil, ağırlıklı olarak parayla para kazanma amaçlı spekülatif piyasalardadır. Maliyetli para ve krediler üreticiye ve de tüketiciye direkt olarak yansımaktadır. Para piyasada az olduğundan tüketici perişandır. Üretici ise bir taraftan artan maliyetlerle boğuşurken, bir taraftan azalan talep karşısında önce pazarını, sonra da işini kaybetmektedir. Olması gereken, sterilizasyonla birlikte kirli para olan döviz ve maliyetli kredilerin piyasadan çekilmesi, Türk lirasının ise piyasaya hakim olmasıdır.
Esasen bu durum bir ülkenin bağımsızlığının da işaretidir. Ülkesinde yabancı parayı hakim kılan, ihracatını ve ithalatını yabancı parayla yapan bir ülke her türlü sömürüye açıktır. Bütün gelişmiş ülkeler kendi paralarıyla kalkınmışlardır. Başkalarının paralarıyla kalkınan bir tane gelişmiş ülke yoktur. Bu gelişmiş ülkeler kendi paralarını diğer ülkelerde hakim kılarak, bu ülkelerdeki bütün kaynak, emek ve üretimleri kendi ülkelerine transfer ederler. Bu da bir nevi modern sömürgeciliktir. İşte gerçekler bunlar. “Para basma enflasyon olur” mantığının temelinde de global güçlerin para oyunları vardır. Para basma ki, o global güç ya da güçler kendi paralarıyla senin bütün emek ve üretimlerini hortumlayabilsin.